inşirah ferahlığı ile ilgili sözler

İslam inancına göre İnşirah ferahlığı, genellikle İnşirah suresi okunduktan sonra sıkıntılı kişi tarafından hissedilmektedir. İnşirah Kelimesinin Sözlük Anlamı Nedir? 1 İNŞİRAH SURESİ TEFSİRİ. 94-İNŞİRAH: Açmadık mı? Açıp genişletmedik mi? Senin için. Senin mutluluğun için göğsünü de nefesine genişlik, kalbine ferahlık, nefsine kuvvet ve ferahlık vermedik mi? İçinde bulunulan anda ve gelecekte, dünya ve ahirette bütün dilekleri izah edip de her zorluğu yenecek büyük bir ruh ile SelfImprovement. Instagram'da 𝐊𝐢𝐍𝐒𝐔𝐍: “#kinsun .. Ve ben herkese kalbindeki iyilik kadar iyilikler diliyorum. 🖤”. D. Dilara. "Bu benim hayalim". Funny Quotes. Inspirational Quotes. Learn Turkish Language. Suadiyeaile hekimliği Inşirah ile ilgili sözler Tarkan'ın yeni şarkısıyla ilgili RTÜK iddiasıSearch for fermats room trailer with Ecosia and the ad revenue from your searches helps us green the desert . Ecosia is the search engine that plants trees. Inşirah ile ilgili sözler Tarkan'ın yeni şarkısıyla ilgili RTÜK iddiası Şimdi gökyüzüne baka baka İnşirah okusam, kalbi kırık, üzüntülü kullara ulaşır mı ferahlığı?" 'Duasız üşürmüş yürekler bil! Sana bir dua eden olsun, Seninde bir dua ettiğin. Bilemezsin hangi kırık gönlün duasıdır karanlıkları aydınlatan, sana ummadık kapılar açan. nama kelas ipa 2 yang keren bahasa inggris. Zorlukla ilgili laflar, Zorluk ile ilgili güzel sözler, Zorluk ile ilgili sözler kısa, Zorluk ile ilgili atasözleri, Zorlukla ilgili güzel sözler, Zorluk ile ilgili özlü sözler, Zorluk ile ilgili sözler facebook, Zorluk sözleri kısa, Zorluklar ile ilgili sözler, Zorlukları aşmak ile ilgili sözler İNŞİRAH SÛRESİ Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular Sûreyle İlgili Hadîsler Meali İniş Sebebi İlgili Hadîs Göğsün Açılıp Genişletilme Olayı Sıkıntıya Karşı Dayanma Gücü İNŞİRAH SÛRESİ Sûrenin tamamı Mekke'de inmiştir. Sûreye şerh-i sadrsle başlanmış ve bunun infial babından gelen inşirah» mastarı sûreye isim olmuştur.[1] Âyet sayısı 8 Kelime » 29 Harf » 103[2] Sûrenin Kapsadığı Başlıca Konular 1- Peygamber Efendimiz'in ilâhî inayete mazhariyeti konu edi­liyor. 2- Mekke'deki sıkıntılı günlerin geride kalacağı haber veriliyor. 3- İslâm dâvasının mutlaka başarıya erişeceği te'kîden müjdeleni­yor ve o günler gelince de ibâdet ve hayırlı işlere devam edilmesi ve Cenâb-ı Hakk'a rağbetin sürdürülmesi emir ve tavsiye anlamında hatırlatı­lıyor. [3] Sûreyle İlgili Hadîsler Cibril bana geldi ve şöyle dedi Şüphesiz ki benim ve senin Rab-bımız buyuruyor Senin namını nasıl yükselttim?» Peygamberimiz ona Allah daha iyi bilir» diye cevap veriyor. Bunun üzerine Cibril, Allah'ın şöyle buyurduğunu haber veriyor Ben anıldığım zaman sen de benim­le beraber anılıyorsun..»[4] Rabbimden bir meseleyi sordum ve isterdim ki onu O'ndan sorma­yayım. Dedim ki Benden önce peygamberler bulunuyordu. Onlardan ki­mine rüzgârı baş eğdirdin, kimi ölüleri diriltebiliyordu.» Bunun üzerine Rabbim şöyle buyurdu Ya Muhammedi Seni yetim olarak bulup barındırma­dım mı?» Ben de Evet Ya Rabbî!» dedim. Yine buyurdu ki Seni mü-tehayyir ve yol bilmez iken bulup doğru yola iletmedim mi?» Ben de Evet Ya Rabbî!» dedim. O yine buyurdu ki Seni fakir bulup zengin kılmadım mı?» Ben de Evet Ya Rabbî!» dedim. Sonra Rabbım şöyle buyurdu Senin göğsünü açıp genişletmedik mi, namını yükseltmedik mi?» Ben de Evet Ya Rabbî!» dedim.»[5] Rabbımın göklerle yer hakkında bana emrettiğini alıp telakki ettik­ten sonra şöyle dedim Ya Rabbî! Benden önce ne kadar bir peygamber bulunduysa mutlaka ona tekrîmde bulundun; benim için nasıl bir tekrîm hazırladın?» Bunun üzerine Rabbım şöyle buyurdu Onlara verdiğimden daha üstününü sana vermedim mi? Ben ne kadar anılsam sen de benim­le beraber anılmıyor musun? Aynı zamanda senin ümmetinin göğüslerini ilim ve hikmetin kaynağı haline getirdim; Kur'ân'ı hafızalarına nakşedip ezber okuyorlar ki bu özelliği hiçbir ümmete vermedim. Ayrıca sana Arş'ımın hazinelerinden bir hazine verdim lâ havle velâ kuvvete il­lâ billahi'l-aliyyi'lazîm.»[6] Aynı hadîsin ikinci tarikle rivayetinde şu cümleler de yer almaktadır İbrahim'i halıI» Musa'yı kelîm» edindin. Davud'a dağları, Süleyman'a rüzgâr ve şeytanları musahhar kıldın; İsa'dan yana ölüleri dirilttin. Benim için nasıl bir tekrîm hazırladın?...» Açıklama Yukarıdaki hadîste Ben ne kadar anılsam, sen de benimle beraber anılmıyor musun?» sözünden maksadın ezan olduğunu ilim adamlarının çoğu belirtmiştir. Aynı zamanda Arş'ın ön cephesine lâ ilahe illallah, muhammed'ün resûlüllah ibaresinin yazılması ve meleklerin her an bu cümleyi okuması da bunun bir başka yorumu olabilir. [7] Meali 1- Senin göğsünü senden yana açıp genişletmedik mi? 2-3- Belini büküp çatırdatan yükünü senden indirmedik mi? 4- Namını yine senin için yükseltmedik mi? 5- Şüphesiz ki zorluk ve sıkıntıyla beraber kolaylık vardır. 6- Evet, şüphesiz zorluk ve sıkıntı ile beraber kolaylık vardır! 7- O halde bir iş ve ibâdetten boşaldın mı ikinci bir iş ve ibâdete aşlayıp yorul!. 8- Ve yalnız Rabbına rağbet et; hep O'na yönel. İniş Sebebi Mekkeli şaşkın müşrikler, Müslümanları fakirlikle ayıplayıp küçüm­semede çok ileri gidince, ilgili sûre, .teselli ve tebşir manâ ve hikmetiyle indirildi. Nitekim İbn Cerîr, ei-Hasan'dan rivayetle diyor ki Bu sûre indiği zaman Resûlüllah Efendimiz ashabına Size beşaret ve müjde ve­riyorum Bir sıkıntı iki genişlik ve kolaylığı alt edemez değil mi?» buyu­rarak yakında bu gibi sataşma ve küçümsemelerin tesirini kaybedeceğine ve İslâm'ın izzet ve şerefle yükseleceğine işarette bulundu.[8] İlgili Hadîs Ubey b. Kâb yapılan rivayete göre, şöyle dediği iesbit edil­miştir Aramızda, Resûlüllah Efendimiz'den bazı şeyleri sormakta en cesaretlimiz Ebû Hüreyre idi. O bir gün Resûlüllah'a şöyle sordu Ya Resûlellah! Peygamberlik hususunda belirti olarak neler gördünüz? Bunun üzerine Efendimiz oturduğu yerde doğrularak buyurdu ki — Ya Ebâ Hüreyre! Cidden önemli bir şeyden sordun. Ben henüz on yaş ve birkaç aylık iken vahada bulunuyordum. Derken baş tarafım­dan bir ses geldi Bir adam diğerine Bu o mudur?» diye sordu ve ben, tanıyamadığım yüzlerle, hiçbir mahlûkta rastlayamadığım ruhlarla, hiç kim­senin üzerinde göremediğim elbiselerle karşılaştım, bana doğru geldiler ve herbiri bir kolumdan tuttu, ama hiçbirinin dokunduğunu âdeta hisset­miyordum. Biri diğerine Onu yere yatır!» dedi ve beni incitmeden, bü­küp hırpalamadan yere yatırdılar. Ötekisi yanındakine Onun göğsünü aç!» dedi ve o da göğsümü kansız ve acısız açtı. Öbürü ona İçinde kin, kıskançlık ve benzeri duyguları çıkar» dedi. O da kan pıhtısını andıran bir şey çıkartıp attı. Ötekisi ona Oraya şefkat ve merhamet yerleştir» dedi. O da gümüşe benzer bir şey çıkardı ve sonra sağ ayağımın paş par­mağını tutup hareket ettirdi ve bana şöyle dedi Geç ve selâmete eriş!» Ben de küçüğe sevgi ve şefkat, büyüğe rahmet duygusu taşıyarak geçip gittim.»[9] Göğsün Açılıp Genişletilme Olayı Senin göğsünü senden yana açıp genişletmedik mi?» Bu anlatımdan dört mâna anlaşılmaktadır 1- Bu sûrenin Mekke döneminin ilk yıllarında indiğine bakılırsa, Re­sûlüllah Efendimizin İslâm'ı teblîğe çalışırken Mekke'nin ileri ge­lenlerinin muhalefetine maruz kaldığı ve o yüzden sıkılıp göğsünün daral­dığı söylenebilir. Cenâb-ı Hak, Onun daha önce de birtakım sıkıntılı dö­nemler geçirdiğini, ama sonunda o sıkıntıları bir bir gerilerde bıraktığını hatırlatarak bu sıkıntının da geçici olduğuna ilgili âyetle işarette bulunu­yor. 2- Yine Mekke döneminin ilk yıllarında bu sûrenin indiğine bakılırsa, bir süre vahyin kesilmesiyle Resûlüllah'ın göğsünün daraldığı ve üzüldüğü söz konusu olabilir. Cenâb-ı Hak, Duhâ Sûresi'yle Onu teselli edip kendisini terketmediğini beyânla, o sıkıntıdan dolayı göğsünü açıp ge­nişlettiği, feraha kavuşturduğu gibi, bu sıkıntıyı da ondan gidereceğini bildiriyor. 3- İniş sebebinde belirtildiği gibi, Hz. Peygamber henüz on ya­şında iken bir mu'cize anlamında göğsünün melekler tarafından açılarak -manevî bir ayıklama yapıldığı ve içi feyiz, rahmet, sevgi ve şefkatla dol­durulduğu hatırlatılıyor; böylece mevcut sıkıntıdan dolayı da yakın gele­cekte kalbinin başarıdan kaynaklanacak ferahlık ve sevinç havasıyla ge­nişletileceği müjdesi veriliyor. 4- Hz. Muhammed Efendimiz, kendisine peygamberlik emane­ti gelmeden önce yaşadığı çağda Tevhîd İnancı»nın bozulduğunu ve o se­beple şekillendirilmiş maddî cisimlere ilâh diye tapıldığını; her türlü zu­lüm ve ahlâksızlığın fütursuzca işlendiğini görüyor ve buna fazlasıyla üzü­lüyor; bir çare bulamadığından dolayı da göğsü daralıyordu. Kırk yaşına girinceye kadar bu sıkıntı devam etti. Vahiy inip Allah'ın son dinini tebliğ ile görevlendirilince, aradığı fakat bir türlü bulamadığı çarenin tecelli et­tiğini gördü ve içindeki sıkıntı kalktı.[10] Sıkıntıya Karşı Dayanma Gücü Zor günleri ve üzücü, ezici sıkıntıları; tedirgin eden şiddetleri geride bırakabilmek, imân selâmetini koruyup gelecek günlere ümitle bakmak ve hepsinin üstünde Cenöb-ı Hakk'ın mutlak anlamda hükümran bulundu­ğuna inanıp O'nun adaletle tecelli edeceği zamanı beklemek şüphesiz ki kurtuluş ve selâmete ermenin, başarılı olmanın en sağlam kıstası ve en emin yoludur. Bunun için İbn Abbas Şüphesiz bir zorluk ve sı­kıntı iki kolaylık ve ferahlığı alt edemez» ,[11] demiştir. Çünkü iki ferahlık arasında bir zorluk ve sıkıntı söz konusudur ki her iki tarafı kolaylık ve fe­rahlıkla birleşmektedir. Nitekim 5 ve 6. âyette bu husus hem te'kiden belirtilmekte hem de maâ» edatıyla ifade edilmektedir ki bu edat, çok yakınlık ve beraberliğe delâlet eder. Şüphesiz böyle bir anlatım tarzı, sabredip dayanma gücünü ortaya koyarak ilâhî inayet ve nusratın tecellisini ümitle bekleyen Resûfüllah Efendimiz ile ashabının pek yakında genişliğe ve başarıya kavuşacağına açık bir işaret bulunuyordu. Aynı zamanda bu iki kolaylıktan biri dünya, diğeri âhiretle ilgili ola­bilir. Nitekim Tevbe Sûresi 52. âyette şöyle açıklanmaktadır De ki Bi­zim hakkımızda bekleyedurduğunuz, gözetleyip beklediğiniz iki iyilikten başkası mıdır? Ya gazi, ya da şehit olmak» İbn Mes'ûd yapılan rivayete göre, Resûlüllah Efendi­miz konumuzu oluşturan âyetin tefsirinde şöyle buyurmuştur Eğer zor­luk ve sıkıntı keler deliğinde bile olsa, onu oradan çıkartmak için kolay­lık onu elbette izler. Doğrusu bîr zorluk ve sıkıntı iki kolaylığı yenemez.»[12] Böylece Allah'ın yüksek ve kalıcı nimeti olan İslâm'a sımsıkı sarılan mü'minler hemen her çağda İslâm düşmanlarının saldırılarına mâruz kala­bilirler. Çünkü bâtılın en çok korkup endişe duyduğu hasmı, hakkın ken­disidir. Hem bir dava, amaç ve gaye ne kadar yüce ve kutsal olursa, onun külfeti de o nisbette büyük ve ağır olur. O bakımdan mü'minler, sözü edilen hikmeti bilip içlerine sindirdikleri oranda rahat edebilir ve başarı basa­maklarını bir bir aşma şansına erişebilirler. Zira Bir şey sıkıştığı zaman genişlemeğe yüz tutar», Nîmet külfete göredir.»[13] [1] Şevkani, Fethu’l-Kadir 5/460. [2] Alaeddin Ali, Lubabu’t-te’vil 4/388; Nisaburi, Tefsiru Garaibu’l-Kur’an 30/114. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları 13/6865. [3] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları 13/6865. [4] İbn Ebu Hatim, İbn Kesir 4/525. [5] İbn Ebu Hatim, İbn Kesir 4/525. [6] Ebu Nuaym, Delâilu’n-Nubuvve, İbn Kesir 4/525. [7] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları 13/6865-6866. [8] Suyuti, Esbabu Nüzuli’l-Kur’an 121. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları 13/6867-6868. [9] Abdullah b. İmam Ahmed, Muhammed b. Abdirrahman tarikiyle İbn Ubey b. Ka’b İbn Kesir, Tefsiru Kur’ani’l-azim 4/524. Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları 13/6868. [10] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları 13/6869. [11] Az yukarıda naklettiğimiz gibi, bu sözün hadis olduğunu rivayet eden­ler olmuştur. [12] Bu hadisi Abdurrezzak, Cafer b. Süleyman tarikiyle İbn Mesud’dan rivayet etmiştir. Ayrıca hadisin mevkuf olduğunu söyleyenler de vardır. Bilgi için bak Tefsir-i Kurtubi 20/107 ve Tefsir-i İbn Kesir 4/525. [13] Celal Yıldırım, İlmin Işığında Asrın Kur’an Tefsiri, Anadolu Yayınları 13/6869-6870.. İNŞİRAH SURESİ TEFSİRİ 94-İNŞİRAH Açmadık mı? Açıp genişletmedik mi? Senin için. Senin mutluluğun için göğsünü de nefesine genişlik, kalbine ferahlık, nefsine kuvvet ve ferahlık vermedik mi? İçinde bulunulan anda ve gelecekte, dünya ve ahirette bütün dilekleri izah edip de her zorluğu yenecek büyük bir ruh ile şaşkınlıktan doğru yolu bulmaya, gamdan sevince, darlıktan genişliğe erdirmedik mi? Râğıb şöyle der Şerhin aslı, eti ve benzeri şeyleri açmak, yani açıp genişletmektir. Şerh-i sadr, yani göğsü açmak da bundandır ki, ilâhî bir nur ve Allah tarafından bir gönül rahatlığı ve bir ruh ile onu genişletmektir. Şihâb yazarı der ki Aslı, eti yarıp açmak olduğu ve bunda bir açılma ve içini ve içinde bulunanı açığa çıkarmayı gerektiren bir genişletme bulunduğu için şerh ve genişlik kalb hakkında da kullanılır olmuştur. Kederini gidererek sevinç ve neşe verecek şeyi idrak etmesi bir şerh ve genişletme sayılmıştır. Çünkü onun sıkıntısını açacak ve üzüntüsünü giderecek geniş bir nefes aldırmak gibi herhangi bir sebep, bir duygu, bir ilham ile ondan gaip veya ona gizli bulunan sevinci gerektiren bir şey ortaya çıkar ki bu, bir kitabı izah etmek mânâsına şerh denilmek gibidir. Sonra da bu mânâ kalbin mahalli olan göğüste mübalağa için kullanılmıştır. Çünkü bir şeyin genişlemesi, onun içinde bulunduran şeyin de genişlemesini gerektirir. Onun için işitirsin ki, sevince genişlik, zıddına da darlık ismi verirler. Bu bir kaç mertebe vasıta ile kinaye dallarına ayrılan mecazlardandır. Lakin yaygınlaşmasından sonra gizlilik giderilmiş, vasıtalar kaldırılmıştır. Bu yapılan açıklama şerhin bir şerhidir. Şihâb yazarı eti açmaktan kalbi açmaya ve ondan göğsü açmaya geçerek gitmiştir. Fakat eti yarıp açmaktan göğsü açıp genişletmeye, ondan nefes genişliğine ve kalbin açılmasına ve ondan nefsin manevi olan neşe ve genişlemesine geçmek daha uygundur. SADR, her şeyin ön ve baş tarafı olduğu gibi, insanın gövdesinin de belinden başına doğru ön ve içinden kalp ve ciğerleri kapsayan üst kısmı yani sine, göğüs veya bağır dediğimizdir. Arkadan sırta da zahr denilir. Yer ve cüz olma ilgisiyle kalb veya nefisten kinaye de olur. Dıştan göğüs darlığı zayıflık işareti sayıldığı ve içten göğüs darlığı dıyk-ı sadr; nefes darlığı, kalb sıkıntısı, elem, ızdırap ve tahammül edememe olduğu gibi, dışından göğüs genişliği vüs’at-ı sadr; kuvvet alâmeti, göğüs açılması; bir özlemi ortaya koyma, içten göğüs açılması; nefes genişliği, rahat, kalbin açılması; ruhun sevinç, şevk, fikir, bilgi ve tahammül genişliği mânâlarını ifade eder. Bu şekilde “şerh-ı sadr”, esasen göğsünü, bağrını açıp genişletmek demek olduğu halde bununla kalbe ferahlık vermek ve nefsi herhangi bir fiil veya söze açıp neşe ve sevinç ile o fiil ve sözü almak üzere genişletmek mânâsından kinaye edilmek de yaygın olmuştur. Öyle ki şerh ve gönlün açılması denildiği zaman maddi olarak göğsü veya kalbi açmak veya yarmaktan ziyade manevi olan bu neşe ve ferahlık mânâsı anlaşılır. Alûsî der ki Şerhin aslı dağıtma ve genişletme olup “izah” mânâsında kullanılması yaygın olduğu gibi nefsin ferahlığı mânâsında da yaygın olmuştur. Hatta bunda örf olarak hakiki mânâdadır denilse uzak olmaz ve bu kalp ile ilgili olduğu zamandır. Kalbini şununla şerh etti demek, onunla sevinçli ve ferah kıldı demektir. Çünkü kalp nefsin konakladığı yer gibidir. Normal olarak da konaklanılan yerin genişletilmesi onda konaklayanın rahat ve ferah olması neticesini doğurur. Kalbin mahalli olan göğüsle ilgili olduğu ve göğsü açmak denildiği zaman da böyledir. Bu genel olarak kalp genişliğini de ifade eder. Çünkü normal olarak bir evin etrafını genişletmek evin genişliğiyle uygun olur. Geniş evin etrafı da genişletilir ki şirinliği artsın. Bundan hareketle nefsin neşe ve ferahlığına geçilir. Kalp ve göğüsle ilgili olduğu zaman bazan da şerhten bilgiyi çoğaltmak mânâsı kastedilir. Denilmiş ki Sanki bilgiler geniş bir alana muhtaç imiş ve kalp de onun mahalli imiş gibi hayal edilir de bilgiler çoğaldıkça kalbin de geniş olması gerekeceği düşünülür. Bazı kere de bundan nefistekinin çoğaltılması kastedilir. Denilmiştir ki Bu da, bilgileri genişletmek nefsin genişletilmesini gerektirir düşüncesiyledir. Bazı kere de “şerh-ı sadr” ile, nefsin kutsal güçler ve ilâhî nurlarla desteklenmesi mânâsı kast edilir. Öyle ki nefis, bilgi olaylarının meydanı, meleke yıldızlarının göğü, tecelli türlerinin Arş’ı, içe doğan bilgi sürülerinin yaygısı olur da artık onu herhangi bir durum, bir başka durumdan meşgul etmez, ona göre olacak, olan ve olmuş bir ve eşit olur ve bu mânâlardan her biri bulunduğu makama göre murat olunur. Yüce Allah’ın Resulüne nimetlerini sayma makamı olan bu makama en uygun olan mânâ ise -Ragıb’ın da anlattığı gibi bu sonuncu mânâdır. Bununla beraber diğer mânâlar da caiz görülmüştür. Açık olan, bu gönül rahatlığının Duha Sûresi’nin inmesiyle hasıl olmasıdır. Bununla beraber A’la Sûresi’nde de bunun bir mukaddimesi bulunduğu gibi, bundan sonra Kadr Sûresi’ne kadar bunun mukaddime ve sonuçlarını bir izah vardır. Tefsirciler “şerh-i sadr” ile ilgili iki görüş zikretmişlerdir BİRİNCİSİ, haberlerde geldiği üzere çocukluğunda veya peygamberliği sırasında veya İsra gecesinde cismani bir ameliyat suretinde göğsü yarılarak kalbi çıkarılıp yıkanmış, yine yerine konduktan sonra iman ve hikmetle doldurulmuş olmasıdır ki bu tartışmalıdır. Maddî kalp yıkanmasının iman, ilim, hikmet, şefkat gibi manevi şeylerle ilgi ve münasebeti bulunduğuna inanamayanlar bu husustaki rivayetleri mantıkî görmeyerek reddetmişler; bu ameliyatın esas itibariyle mümkün olduğunu ve maddi temizliğin manevi temizlik ile de ilgi ve münasebetini düşünenler ise bunu kabul etmiş, bununla beraber burada muradın o olduğunda ısrar etmemişlerdir. Peygamberlikten önce meydana gelen ve onun habercisi olan olağanüstü olaylar ve kerametler de inkar olunamazsa da sûrelerin tertibine göre buradaki göğüs yarmanın ne peygamberlikten evvel, ne de peygamberlik sırasında değil, Ve’d-Duha’nın inmesiyle yahut daha sonra olması açıktır. Bu yönden cismani mânâyı da gösteren en kuvvetli rivayet ise Mirac gecesiyle ilgili olarak Buhârî, Müslim, Tirmizî ve Nesaî’de Katade’den rivayet edilen şu hadistir. Demiştir ki Bize Enes b. Malik anlattı. Ona da Malik b. Sa’saa anlatmış. Efendimiz buyurmuş ki “Ben Beyt’in yanında uyur uyanık arası bir halde iken içinde Zemzem suyu bir altın tasla bana gelindi de göğsüm şuraya ve şuraya kadar yarıldı”. Katade demiş ki Enes’e ne kastediyor dedim “karnımın aşağısına kadar dedi”. Buyurdu ki Derken kalbim çıkarıldı da Zemzem suyu ile yıkandı. Sonra tekrar yerine kondu. Sonra iman ve hikmet dolduruldu. Sonra Burak getirildi. Onun üzerinde Cebrail ile beraber gittim. Ta dünya semasına vardık…” Bundan en açık olarak anlaşılan uyku ve uyanıklık arası misali bir keşif ve müşahede olması ve asıl neticenin iman ve hikmet dolarak Mirac’ın vuku bulmasıdır. Burada bu mânâ murat edilebilir ve bu şekilde bu sûre Mirac’a işaret olabilir. Ve’d-Duha’nın inişi sırasında da bir keşf ve müşahede vukua gelmiş olduğuna göre de bir Mirac olmuş demektir. İsra gecesiyle Ve’d-Duha’nın inişi arasında ne kadar zaman bulunduğu bilinmiyor ise de Mirac hadislerinde bu sûrelerin içerdiği mânâlara tesadüf edildiği ve Ve’d-Duha’daki “gece” den murat İsra gecesi olduğuna dair de bir rivayet bulunduğu için bunların Mirac ile ilgili olduğunu kabul etmek gerekir. Bunda ise cismani yarma ihtilaflı olduğu, ruhanî yarmada ise ittifak edildiği için, hangisi olursa olsun “göğsü yarmak”tan asıl murat, gaye olan son mânâ olmalıdır. O da iman ve hikmet ile hakikatın açılmasıdır ki, cisimler onun için çalışır ve ona feda edilir. Hakikatte bir elem olan cismani ameliyatlar onun bir vesilesi olmak itibarıyla kolaylıkla aşılabilir. Bu nedenle şu ikinci görüş ihtilafsızdır İKİNCİSİ, “şerh-ı sadr” dan maksat, neticesi marifet ve itaat olandır ki, bunu da birkaç şekilde izah etmişlerdir 1. Hz. Peygamber ve cinlere peygamber gönderilince Allah’tan başka ilâhlardan ve onlara tapanlardan uzak olmak suretiyle insanlar ve cinlerle uğraşmak önce zor gelmiş, göğsünü daraltmıştı. Fakat yüce Allah ona öyle âyetler göstermişti ki bunlarla bütün o zorlukları aşma gücü ve imkanı bulmuş ve yüklenmiş olduğu her meşakkat, her şey gözünde küçülmüş idi. O şekilde ki kalbinden bütün tasa ve düşünceleri çıkarmış, ancak bir tek düşünce bırakmıştı. Çoluk çocuğun nafakası sıkıntılarını tınmaz, insanlardan ve cinlerden gelen eziyetlere önem vermez olmuştu. Hatta bunlar gözünde sinekten küçük olmuşlardı. Ne tehditlerinden korkar, ne de mallarına, makamlarına meylederdi. Şu halde “şerh-ı sadr”, dünyanın değersizliğini ve ahiretin değerini bilmekten ibaret olur ki bunun benzeri En’âm Sûresi’ndeki “Allah her kimi hidayete erdirmek isterse onun göğsünü İslâm’a açar. Her kimi de sapıklığa düşürmek isterse onun da kalbini daraltıp sıkıştırır.”En’âm, 6/125 âyetidir. Buhârî’de de İbnü Abbas’ın âyetini, “Allah onun göğsünü İslâm’a açtı.” şeklinde tefsir ettiği zikredilmekle yalnız bu mânâ gösterilmiştir. En’âm Sûresi’nde de geçtiği üzere rivayet olunduğuna göre Ashab-ı kiram sordular – Ey Allah’ın Resulü! Göğüs açılır mı? – Evet. – Alâmeti nedir? – Aldanma yurdundan uzaklaşmak, ebediyet yurduna yönelmek ve gelmeden önce ölüm için hazırlıktır. Bunun özeti şudur Allah’a ve onun vaad ve tehdidine samimiyetle iman, insanın dünyadan uzaklaşmasını, ahirete rağbet etmesini ve ölüme hazırlanmasını gerektirir. 2. Resulullah sinesi bütün önemli şeylere açılmıştı, telaş etmez, ıztırap çekmez, şaşırmaz, sıkıntı ve ferah hallerinin ikisinde de gönlü rahat bulunur, yükümlü olduğu görevini eda ile meşgul olurdu. “Senin kalbini” denilmeyip de “senin göğsünü” denilmesi, bu yarmanın genişliğine, yani yalnız içte kalmayıp eserleri dışta da göründüğüne dikkat çekme olmalıdır. Yani Resulullah sinesi “Müminler için kanadını indir.”Hıcr, 15/88 emri gereğince bütün müminlere şefkat ve merhametle açıktır. Bir de, “göğsünü açmadık mı?” denilmekle yetinilmeyip de “senin için” denilmesinde de nükteler vardır. Birincisi, “lâm”ın “lâm”a karşılık olmasıdır. Yani “Ancak bana ibadet etsinler diye…” Zâriyat, 51/56 ve “Beni anmak için namaz kıl.”Tâhâ, 20/14 buyurulduğu üzere, “sen bütün itaatı benim için yaparsın, ben de yaptığımı senin için yaparım” demek olur. İkincisi, elçiliğin faydaları, sevabı Allah’a değil, elçiye ait olduğuna dikkat çekme olur. Yani, benim için değil, senin için açtık. Üçüncüsü, bu açma ve yarmada zarar ihtimalininin bulunmadığını bildirmek içindir. Yani aleyhine değil, bütün sonuçları hayır olmak üzere lehine açtık ve yardık. Çünkü gafillerde olduğu gibi birçok sevinç ve ferahlıkların sonu felaket olur. Nitekim, “Nihayet kendilerine verilen şeyler sebebiyle ferahladıkları zaman, ansızın kendilerini yakalayıverdik. Bir de ne görürsün hepsi bütün ümitlerinden mahrum düşmüşlerdir.” En’âm, 6/44 “Bilmeyecekleri yönlerden onları derece derece düşüşe yuvarlıyacağız.”A’râf, 7/182 buyurulmuştur. “Nun” ile “açmadık mı?” buyurulup da “açmadım mı?” buyurulmamasının da iki izah tarzı vardır “Nun” tazim ve ululuk gösteren nun olması itibariyle, nimeti verenin büyüklüğü nimetin büyüklüğünü gösterir. Çoğul nunu olarak yorumlandığı takdirde de mânâ şu olur Bu açma ve yarma işini yaparken doğrudan doğruya yalnız yapıvermedim. Meleklerimi de çalıştırdım. Sen o melekleri önünde ve etrafında görüyordun ki kalbin kuvvet bulsun da peygamberlik görevini o kalp kuvveti ile eda edesin. Bu durumda Cin Sûresi’ndeki “Gaybını kimseye açmaz. Ancak seçtiği bir elçi olursa başka. Çünkü onun önünden ve ardından gözetleyiciler salar. Bilsin diye ki, onlar Rab’lerinin elçilik görevlerini hakkıyla duyurmuşlardır. Allah, onların yanındakileri kuşatmıştır.” Cin, 72/26-28 mânâsına da işaret olur. 2. “Senden yükünü indirmedik mi?” VAD’, mutlak koymak mânâsına olduğu gibi aşağılatmak, indirmek, düşürmek mânâlarına da gelir. Burada yükü indirmek mânâsınadır ki bütün bütün düşürmek veya hafifletmekten daha genel olabilir. Zira vizir, ağır yük demektir. Günah ve vebal mânâsı da bundandır. 3. “O senin sırtını ezen yükü”. Bu, yük ve günah mânâsına gelen “vizr” in sıfatıdır. İNKÂD, nikd yahut nekid yapmaktır. Nıkd; yıkıtınya, bozuntuya ve yürüyüş ve sefer nedeniyle zayıf ve güçsüz olmuş deveye denildiği gibi, bir şeyin bozulurken, üzülürken, ezilirken, koparken ve bir yük yıkılmaya yüz tutmuş bir durumdayken çıkardığı sese; sepilenerek boyanmış ve cilalanmış deri, ağaç ve arabanın gıcırtısı; eklem yerlerinin, kemiklerin çıtırtısı, kuşların çığırtısı ve bir şişenin ağzı sorulurken çıkan mıcırtısı gibi seslere de nıkd ve nekid, böyle ses çıkarmaya da inkad denilir. Buna göre “inkad-ı zahr” yükün sırta ağır basarak kemiklerini çatırdatması veya üzüp zayıf düşürmesi, bitkin ve güçsüz etmesi demek olur. Ki bizim “belini kütletti”, “kemiklerini birbirine geçirdi” tabirlerimiz gibi ağırlık ve zorluğu anlatmada mesel olmuştur. Burada maksat, peygambere önce dayanılması ağır gelmiş olan zorlukların böyle ağır bir yüke benzetilerek anlatılmasıdır. Bazıları, “nıkd” deve gibi zayıflamak mânâsından, çokları da ses çıkarmak mânâsından kemikleri gıcırdatmak, çatırdatmak mânâsına düşünmüşlerdir. İbnü Cerir demiştir ki “Sırtına ağır bastı da ona gevşeklik verdi, gevşetti.” demektir. Bu, Araplar’ın şu sözündendir ki, deve seferden döndükte sefer onu zayıflatmış, etini gidermiş olduğu zaman o deveye, “bu, seferin yorup bitkin düşürdüğü devedir” mânâsına “bu, nıkdu seferdir” derler. Râzî ve diğerleri de demişlerdir ki “Dilciler şöyle der Bunun aslı şudur Sırta yük ağır bastığı zaman onun bir nakidi, yani hafif bir sesi işitilir. Nakid; deve üzerine konan sepetlerin, deve palanlarının, kaburgaların, yük ağır bastığı zaman devenin çıkardığı sestir. Birincisinde zahr sırt’ın mef’ul tümleç olması açık denilebilirse de ikincide açık değildir. Çünkü bu mânâca “inkad”, seslendirmek değil, seslenmek mânâsına lazım geçişsiz olduğundan ses sırtın değil, yükün sesi olmak gerekir. Bundan dolayı bunu sebebine dayandırmak kabilinden mecaza yorumlamışlar, seslenmeğe sebep olacak derecede ağır basmak mânâsına “yani onu ses çıkarmaya sevketti ve ona ağır geldi” diye tefsir etmişlerdir ki, bunun da aslı yani, “o yükle sırtın gıcırdamış, bel kemiklerin çatırdamış” demek olur. Bunun için biz de iki yöne de ihtimali olmak üzere, “sırtını zayıf düşürmüş olan o ağır yükü senden indirdi, attı” meâlinde ifade ettik. Fakat burada ya böyle müteaddi geçişli mânâsı verilmek için çalışılmasına benim gönlüm pek razı olmuyor. Bu ses Resulullah sırtına değil, sırtındaki o ağır yüke, ağırlığa ait olmalı. Murat da Resulullah arkasındaki o ağır yükün gıcırtısından, verdiği eziyetten çok etkilenmiş olduğunun beyanı olmalıdır, demek istiyorum. Bu mânâyı anlatmak için de mef’ulü bih düz tümleç değil “sırtında” mânâsında mef’ulü fih zarf tümleci olmalıdır. Gerçi Nahiv’de mekan zarfından “fî”nin kaldırılması pek caiz değil ise de altı yön zarfında, canip ve cihette, haric ve dahil gibi kelimelerde istisna edilerek caiz olduğu bilinmektedir. Sırt mânâsına gelen “Zahr” kelimesi de altı yön zarfından “arka” mânâsıyla düşünüldüğünde “fî”nin düşürülmesi caiz olmak gerekir. Bu mânâ “mecazi isnad” tan daha yakın ve daha güzeldir. Şöyle demek olur Sırtında gıcırdamakta, bu şekilde sana eza vermekte olan o ağırlığı, o ağır yükü senden attık, indirdik. Bazı tefsirciler burada “vizr”i, “Onlar günahlarını sırtlarında taşıyorlar.”En’âm, 6/31 âyetinde olduğu gibi “ağır günah” mânâsına yorumlayarak, bunun kaldırılmasını, bu surette “Allah, senin günahından geçmişini ve geleceğini bağışlayacak.” Fetih, 48/2 gibi günahı bağışlamak mânâsına anlamışlardır. Fakat bu âyette geçen “zenb” tabiri, peygamberlerden meydana gelmesi caiz olabilen zelle küçük hata, ayak sürçmesi ve en uygun olanı yapmamak gibi küçük günahları da içine alabilirse de, ağırlık mânâsına gelen vizr’in küçük günahlar için kullanılması uygun olmayacağı gibi, ağırlığı bilhassa “o senin sırtını ezen yükü” diye önemle büyütülmüş olan vizr’in küçük günah mahiyetinde küçük kusurdan ibaretmiş gibi anlaşılması da hiç uygun görünmez. Gerçi bunun bu ağırlığı aslında büyük günah olmasından değil, ahlakı yüce olan peygamber en küçük bir günahtan bile şiddetle etkilenip üzülmesi nedeniyle olduğu güzel bir yorum olabilirse de zahirin aksi olmaktan kurtulmaz. Onun için bunun günah mânâsına değil, ağır yük mânâsıyla, Hz. Peygamber peygamberlikten önce veya başlangıcında son derece üzen ve dayanılması ağır gelen bir takım zorluklar demek olması daha doğrudur ve çoklarının tercihi de budur. Bu zorluklar, bu ağırlıklar hakkında tefsirlerde başlıca şunlar sayılmıştır 1. Yukarıda da geçtiği üzere peygamberlikten önce cahiliyye âlemi içindeki şaşkınlık halinin ağırlığı. Zira başlangıçta sırf olgun aklı ile bakan; bir taraftan kavminin şirk ve cehalet içindeki hallerinin fenalığı, bir taraftan da kendisini yokluktan varlık âlemine getiren ve yetim iken barındırıp yetiştiren, hayat, akıl ve güzel huylarla nimetler veren yüce Allah’ın, üzerindeki nimetlerini görmüş ve bunların büyüklüğüne karşı Rabb’ine nasıl ve ne yolda itaat ve hizmet edeceğini de bilememiş olduğudan dolayı vicdanında büyük acılar duymuştu. Peygamberlik gelince bu şaşkınlık yok olmuş, bunun gereği olan yük üzerinden atılmıştır. Şu belli bir şeydir ki, bir yükün ağırlığı vermiş olduğu eziyet ve sıkıntı ile uygun olduğu gibi, bir günahın ağırlığı da neticesindeki azabın şiddetine göredir. Bu açıdan gerek yük, gerek günah ağırlığı gerçekte ruha ait olan bir elem ve azap ağırlığı olmakta birleştiği için; yük bir günah, günah da bir yük gibi düşünülerek ikisi de bir ağırlık kavramıyla “vizir” mânâsında birleştirilir. Gönülde duyulan gam ve eleme vizir denilmesi bundandır. Ancak yük, elemi yok olarak sonunda bir ecir ve haz olması itibarıyla elemi daha sonra görülecek olan günahtan ayrılır. Onun için “vizr” olmaktan çıkar, nimet olur. Büyük bir kâr için nice ağır yükler, acı kederler bir nimet aşkıyla karşılanarak yolu bulununca haz ve sevinç içinde kolaylıkla çekilir. Oysa günah, kendisi bir zevk olsa bile neticesi elem olduğundan bunun aksine olur. Bir de nimet esas itibariyle herkes için övülen bir şeydir. Fakat alçak ve aşağılık kimseler bir hizmet karşılığında olmayarak emek vermeden nimet yiyip durmaktan ar duymaz, utanmaz da buldukça şımarır. Değerli, onurlu kimse ise, gördüğü lütfa karşı hizmet edememiş veya o nimeti yerine sarfedememiş olmaktan sıkılır, eziyet duyar ve bir hizmet yolu bulmaksızın o nimete kavuşmuş olup durmak kendisine ağır gelir. “Onda hiç kimsenin alacak bir nimeti yoktur.”Leyl, 92/19 vasfına uygun olmak ister. O sırada o nimeti veren bir tür hizmet yapmasını isteyince o hizmet ağır bile olsa onu yerine getirmeyi canına minnet bilerek o ağırlık kendisine hafif görünür. İşte peygamberlik gelince Hz. Muhammed o hayret ve şaşkınlık gitmiş bulunduğu gibi o ilmin ve bu değerli ahlâkın hükmüyle o gam ve tasa kendisinden kalkmış ve o zorluklar kolaylığa dönüşmüştür. 2. Peygamerliğin gelmesiyle yol görünmüş, şaşkınlık halindeki önceki zorluklar sıyrılmış ise de bu kez de daha büyük bir endişe ve korku Resulullah omuzlarına yüklenmiş bulunuyordu. O da peygamberlik görevinin hakkıyla alınıp yerine getirilmesindeki büyük zorluk ve sorumluluk endişesi ve girişeceği cihadda başarı derecesini ve kusur ettiği durumda Hak ve halk karşısındaki tehlikesini düşünmek meselesi idi ki, buna “A’ba-i risalet” yani, peygamberlik yükleri ismi verilir. Zira, “Allah’tan kulları içinde ancak âlimler hakkıyla korkar.” Fâtır, 35/28 mânâsı gereğince ilim artıp Allah daha çok tanınınca Allah korkusu da artıyor, önce iyi bilinmeyen nice ahiret endişeleri yüz gösteriyordu. Önce Cibril’le yaptığı ilk konuşmada bütün güç ve takatini saran “Son derece kuvvetli, çetin kuvvetlere sahip”Necm, 53/5-6 bir heybet ve gücün kendisini sarması ve kuşatması içinde titremiş kalmıştı. Buna derece derece alıştıktan sonra da etraftan kâfirlerin o zamana kadar görülmeyen eziyet, sıkıntı ve türlü dedikodularla düşmanlık ve kötülüklerini görmeye başlamış, henüz “Allah seni insanlardan koruyacaktır.” Mâide, 5/67 vaad ve duyurusunu almamış, “Ve her halde ahiret senin için dünyadan daha hayırlıdır. İlerde Rabb’in sana verecek de sen razı olacaksın.”Duhâ, 93/4-5 vaad ve müjdesine muhatap olmamış ve henüz ayrıntılı direktifler almamıştı. Bir müddet için dinlendirilmek üzere vahye ara verilip kesilmesinden dolayı duyduğu yalnızlık ve başına gelenlerden dolayı düşmanlardan duyduğu sevinç ifade eden sözler nedeniyle de çok tasalanmıştı. Bu suretle kendisini yalnız dünya elemleri değil, Rabb’ine karşı bir günah işlemiş olmak endişesiyle ahiretle ilgili tasalar da sarmış, işte bunlar onun sırtına basan ve belini kıracak gibi kemiklerini çatırdatıp yüreğini sızlatan bir vizir yani bir ağır yük gibi boynuna yüklenmişti. Yüce Allah vahyin kesilmeksizin ard arda devam etmesi ve Ve’d-Duha’nın indirilmesiyle bunların bir kısmını büsbütün üzerinden atmış, bir kısmını da alıştırmak, kendine ve ahirete olan keşf ve bilgilerini artırmak suretiyle hafifletmiş, ondan sonra dünyayı gözüne sinek kadar göstermeyecek, “Dünyanın Allah katında bir sivrisineğin kanadı kadar değer yoktur.” dedirtecek derecede kalbine ferahlık ve nefsine ilâhî bir kuvvet vermiş, Kur’ân’ın feyziyle dünya ve ahiret nam ve şanını, zikir ve şerefini yükseltmeye başlamış idi. Onun için buyruluyor ki 4. Yine senin için zikrini, nam ve şanını yükseltmedik mi?. Bazılarına verilen ve netice itibariyle haklarında bir felaket olan şöhretler gibi aleyhe değil, sırf lehine olarak yükselttik mânâsı ifade edilmek için yine “zikir”den önce getirilerek tekrar açık açık söylenmiştir. ZİKİR, burada “Andolsun size bir kitap indirdik ki onda sizin şerefiniz vardır.”Enbiyâ, 21/10 âyetinde olduğu gibi şeref ve şan mânâsınadır. Bununla beraber Kur’ân ve fikir mânâsına da işaret olabilir. Resulullah nam ve şanının yüksekliği Bakara Suresi’nin âyetinde geçen “Kimini de birçok derecelerle daha yükseklere çıkarmıştır.” Bakara, 2/253 mânâsı üzere bütün nebi ve Resuller içinde derecelerle yüksekliğidir ki bunun özeti nam ve şanının Allah’ın namını takip etmesi, Allah anıldıkça onun da anılmasıdır. Ebu Ya’la’nın, İbnü Cerir’in, İbnü Münzir’in, İbnü Ebi Hatim’in, İbnü Hibban’ın ve İbnü Merduye’nin ve “Delail”de Ebu Nuaym”ın Ebu Said el-Hudri rivayet edildiğini tesbit ettikleri bir hadiste Resulullah şöyle buyurmuştur “Cebrail bana geldi ve dedi ki Rabb’ım ve Rabb’ın şöyle buyuruyor “Bilir misin, senin zikrini nasıl yükselttim?” “Yüce Allah en iyisini bilir” dedim. Dedi ki “Ben anıldıkça sen de benimle beraber anılacaksın.” Bu ise nam ve şan yüksekliğinin en büyük mertebesini açıklamaktadır. “Allah” denilince Resulü beraber anılır. denilince beraberinde denilir. “Allah’a itaat edin, peygamberine itaat edin.”Nisâ, 4/59, “Kim peygambere itaat ederse kuşkusuz Allah’a da itaat etmiş olur.”Nisâ, 4/80, “şahit olarak Allah yeter. Muhammed Allah’ı Resulüdür.”Fetih, 48/28-29 buyurulmuştur. Bu nam ve şan, bu Allah’la beraber zikredilip anılmak ise her yüksekliğin üstündedir. Nitekim Hz. Hassan’ın şu beyti de bu yüksekliğe işarettir “O parlak alınlı ki üzerinde peygamberlik mührü vardır. Allah’tan şehadet edilmiştir, parıldar ve şahit olur. Allah o peygamberin ismini kendi ismine katmıştır Beş vakitte müezzin şehadet ederim’ dediği zaman.” “Muhakkak ki Allah ve melekleri peygambere salat eder şeref ve şanını yüceltirler. Ey iman edenler! Siz de ona salat ve selam getirin.” Ahzab, 33/56 5. Demek ki, “zorlukla beraber bir kolaylık vardır”. “Fâ”, fasiha olarak kendisinden önceki kısımdan sonraki kısma şahit getirme ve inceleme ile onu dallara ayırma tarzında; yahut sebeb bildiren fa olarak öncekini illet olarak göstermek suretiyle ta’diye şeklinde ilerisi için vaaddir. Bu vaadin gerçek olduğunu bildirir. Vaadin ne olduğu sözün akışından anlaşılmaktadır. deki elif-lam, fa’nın fasiha olması durumunda görünüşte “ahd” içinde olmak lazım gelirse de cüzden külle parçadan bütüne geçiş ile gerçekte vaadi ifade için istiğraka işarettir. Yllet için olması durumunda ise kübra büyük önerme demek olduğu için dorudan doğruya istiğraktır. Demek ki mânâ şu olur O göğsü açma ve yarma, yükü kaldırma, adını yüceltme madem ki oldu, demek ki o senin çektiğin zorlukla beraber büyük bir kolaylık varmış, o halde daha da vardır. Yahut, çünkü her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Ondan dolayı seni kolaylığa erdirdik, yine de erdiririz. Meşhur olduğu üzere burada “beraber”, “sonra” mânâsınadır. Yakınlık, beraber olmaya benzetilerek ifade olunmuştur. Çünkü o göğsü açma ve yükü kaldırma, yükün sırtı ezmesinden sonra olmuştur. Kısacası, bu böyle olduğu gibi ilerisi için de böyledir. “Allah, bir güçlüğün arkasından bir kolaylık yaratacaktır.”Talak, 65/7 Bir iş darlık halinde genişler. 6. “Evet, zorlukla beraber bir kolaylık var”. Bu da evvelkini vurgulamakla beraber yeni bir başlangıç ile vaadden vaade genelleme halinde bir vurgudur. Bunda in istiğrak için olması gerekir. Fakat önceki istiğrak için olduğuna göre bu ona işaretle ahd için olur ve şöyle demek olur Evet, o her zorlukla beraber bir kolaylık vardır. Yani o zorluğa göğüs gerilip aşılırsa o kolaylığa erilir. Çünkü kolaylığın var olmasından herkesin de mutlaka ona ermesi lazım gelmez. O kolaylığa inanıp, o zorluğa ehemmiyet vermeyip de Allah’yn izniyle sabır göstererek dayanan ona erer. Nitekim “Ve’l-Leyli” Sûresi’nde “Kim malını Allah yolunda verir ve takva yolunu tutar ve en güzeli de tasdik ederse, biz onu en kolay yola muvaffak kılacağız.”Leyl, 92/5-7 buyurulmuştur. Şu halde bundan sonra da bir zorluğa tesadüf edersen onu da başka bir kolaylığın izleyeceğini veya beraberinde bir kolaylık bulunduğunu bil, bu vaadi tasdik et de o zorluktan yılma. Onu da gönül hoşluğuyla karşıla. Burada “beraber” “sonra” mânâsınadır. Zira zorluk ve kolaylyk zıt şeylerden olduğu için bir arada bulunmaları caiz olmaz. Bir yere peşpeşe ve ard arda gelirler. Şu kadar ki bir yere varmaları itibarıyla beraber imi? gibi de düşünülebilirler. Yani bir yönden zor görünen bir şeyde diğer yönden bir kolaylık vardır. O şeyi, bu kolay yönünü bularak yapabilen kolaylığına erer. Her zorluğu bir kolaylığın izleyeceğine inanmak da o zorluğun yalnız sonunda değil, beraberinde de bulunan bir kolaylık yönüdür. Bu itibarla “en güzel”i tasdik eden ve ona göre çalışan müminler için her zorlukta iki kolaylık var demektir ki, bunun birine dünya kolaylığı, diğerine ahiret kolaylığı demek uygun olur. Rivayet olunmuştur ki, Resulullah bu âyet inince ferahlık ve neşe içinde gülerek çıkmış, “bir zorluk iki kolaylığı yenemez”, “Zorlukla beraber bir kolaylık vardır, zorlukla beraber bir kolaylık vardır.” diyordu. Bu mânâ çoğunlukla zorluk mânâsına gelen “usr” kelimesinin belirli, kolaylık mânâsına gelen “yüsr” kelimesinin belirsiz olmasıyla izah edilmiştir ki bu izah, ikinci usr kelimesindeki “lâm”ın ahit mânâsında olması düşüncesine dayanır. Bununla beraber bu daha çok bu âyetlerin üstündeki ve altındaki “fâ”larla öncesi ve sonrasıyla olan irtibat ve bağlılıktan anlaşılmaktadır. Ahd ise, önceki “usr” kelimesinde açık veya dolaylı olarak anlaşılan genelliğin ahdi olmalıdır. Her zorlukla beraber kolaylığın bulunabilmesini de açıkladığımız gibi tartışmasız olarak anlamak mümkündür. Yani kolaylığın var olması, onun herkes için meydana gelmesini gerektirmez. Mesela, “kâfire ölüm ve cehennemde ne kolaylık var?” gibi bir soru sorulamaz. Sorulsa, “cennet vardı ama o iman etmedi” diye cevap verilir. Usr kelimesinin başındaki “lâm”ın umumilik ifade ettiğine ve imanın şart olduğuna şu olay da delil olur İmam Malik Muvatta’da Zeyd b. Eslem’den rivayet etmiştir ki, Ebu Ubeyde Hz. Ömer b. Hattab yazmış, Rumlar’ın çokluğunu ve onlardan korktuğunu, endişe duyduğunu anlatmıştı. Hz. Ömer de ona “Şu muhakkak ki mümin bir kalbe herhangi bir sıkıntı inerse yüce Allah ona bunun arkasından bir rahatlık verir ve bir zorluk iki kolaylığı yenemez.” diye yazmıştır. “Mümin bir kalbe” denilmekle imanın gereği olan gönül huzuru ve sabra da işaret vardır. Onun için, sızlanan müminin ahiret sevabını kaybetmesi de bu genel mânâ ile çelişki teşkil etmez. Bununla beraber hepsinde de hükmün genelliği yine Allah’ın dilemesi kaydına bağlıdır. Muvaffakiyet ondandır. Onun için bu hüküm ve vaadi hem ileriye genellemek ve dallara ayırmak, hem de Allah’ın lütfuna dayandırmak akışı içerisinde buyuruluyor ki 7. O halde boşaldığın vakit, yani her zorluğa bir kolaylık vurgulanarak vaad edilmiş olduğu için bir görevi, bir ibadeti bitirip bir zorluktan bir kolaylığa geçtiğin, biraz dinlendiğin, mesela aldığın vahyi yerine ulaştırdığın, farzlarını yerine getirdiğin vakit yine yorul, iş bitti diye rahata düşüp kalma da yine zahmeti tercih edip diğer bir ibadet için kalk, çalış, yorul; farz bittiyse nafileye geç, namaz bittiyse duaya geç ki, kolaylık da artsın, şükürde devam etmiş olasın. Bilindiği gibi “nasab”, yorgunluktur. Kolaylık tembelliğe sevketmemeli, çalışmaya teşvik edici olmalıdır ki onun peşinden de bir kolaylık gelerek, artma ve ilerleme durumu hasıl olsun. 8. Rabbini mef’ul tümlecün fiilden önce getirilmesi “ancak” ve “sadece” mânâlarını ifade etmek içindir. Yani ancak Rabb’ini iste ve arzula, her ne umarsan ondan um. Onun dığındaki sebep ve illetlerde veya gayelerde duraklayıp kalma, başka maksada bağlanma da bütün çalışmalarında ancak ona yönel, durmadan ona doğru yürü, ona doğru, bütün lütuf ve nimet onundur. Onun için sade nimete ve esere rağbet ile kalmamalı; nimetten, nimeti vereni görüp hep ona doğru yürümeli, onun için çalışmalıdır. Son murat edilen odur. Bu sûreden şu kaideler çıkarılır “Yı sıkıştığı zaman genişler.” ve “nimet külfete göredir.” Başka bir deyişle “Külfet nimete uygundur.” ve “Bir işten maksat ne ise hüküm ona göre verilir.” Allah için çalışan Allah’a erer. Bu şekilde bu iki sûre bilhassa Resulullah hal ve şanını anlatarak feyzini daha çok yaymayı ve genelleştirmeyi ve neticede nimetten o nimeti verene geçerek ancak Allah’a rağbet etmesini hatırlattıktan sonra en mükemmel ferdin halinden türün haline ve müminleri bekleyen sonun da güzelliine geçilerek bu iki sûrenin bir bağlanışı olmak ve ahiret hükmü ile dinin sabit olduğu anlatılmak üzere “Ve’t-Tini” Sûresi gelecektir. İnşirah suresi anlamı ve okunuşu, İnşirah suresinin Fazileti nedir? İnşirah suresi peygamberimize Mekke’de inmiştir. Ve bu sure Duha suresinden hemen sonra inmiştir. İnşirah suresi gönlü rahatlatan Kuran-ı Kerim’in 94. suresidir. 8 ayetten oluşur. Aslında bu sure Mekke deki bir olayı anlatıyor. İnşirah suresinin anlamı Ferahlamaktır. İnşirah suresinin gönderilme nedeni ise Allah-u Teala Mekke’de iken putperesler Rasul’üne baskı yapıyorlardı ve bundan dolayı sıkıntıya ve kedere düştüğü için Rasül’üne şifa için Suresi Okunuşu Ve Anlamıİnşirah SuresiBismillahirrahmanirrahimElem neşrahleke veda’na anke engada rafa’na leke inne meal usri yüsran innemeal usri ıza ferağte vensab ve ila rabbike ve Rahim olan Allah’ın adıylaHabibim biz senin sineni açmadık mı? Ve yükünü yük ki senin sırtına ağır senin değerini beraber muhakkak bir kolaylık fariğ olduğunda ibadet her işinde Rabbine sure hakkında peygamber efendimiz, İnşirah suresini okuyan kimse bana gelip de sıkıntımı alan Suresinin Faziletiİnşirah suresinin fazileti ile ilgili eskiler 70 rakamını çok kullanmışlar. Her namazdan sonra 70 defa okuyan manen kabulü için imtihana girecek çocuklarımıza 70 defa okunması okunması tavsiye defa okumak Kuran ve hadis de sabit olmuş değildir. Bu alimlerin tavsiyeleridir. Tutarsan da olur tutmasan da problem göğüs darlığı bulunan kimseye, İnşirah suresi okunur veya bu hastalığın sahibi, bu surenin okunmasına bizzat devam ederse, Cenabı Allah o kimseyi hastalığından ağrıyan kimse İnşirah suresini okumaya devam ederse kalbini tedavi etme imkanı suresini devamlı okuyan kimsenin rızkı ve kederden kabiliyeti olmayan, unutkan olan kişilerin hafızalarını korku iç darlığı gibi sıkıntılar için okumak fayda ve bunalımları bozukluğunu dileği defa okuyunca şerden ve kötülükten darlığını işleri olarak şunu söyleyebiliriz İnşirah suresini en daraldığınız yerde okuyun çünkü Peygamber efendimizin sıkıntısını gidermiş bir ile kalın…. İNŞİRÂH SÛRESİ Kur’ân-ı kerîmin doksan dördüncü sûresi. İnşirâh sûresi, Mekke’de nâzil oldu indi. Sekiz âyet-i kerîmedir. Resûl-i ekremin kalbinin açılma hâdisesine işâret edildiğinden, Sûret-ül-inşirâh denilmiştir. İnsanoğlunun hayâtı ve çalışmanın esas olduğu bildirilmektedir. İbn-i Abbâs, Râzî, Taberî Allahü teâlâ İnşirâh sûresinde meâlen buyurdu ki Ey Resûlüm! Senin için, senin zikrini yükselttik. Âyet 4 Kim İnşirâh sûresini okursa, sanki ben elemli iken bana gelip, beni ferahlandırmış gibi olur. Hadîs-i şerîf-Envâr-üt-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te’vîl

inşirah ferahlığı ile ilgili sözler